2 Temmuz 2014 Çarşamba

Peki Ya Zombiler İnsana Dönüşürse?



The Walking Dead ile sinema severlerin ilgi odağı haline gelen zombilere şimdi de BBC el atıyor. In the Flesh İngiliz kanalın ilk kıyamet sonrası senaryoları konu alan dizisi değil ancak bu hikaye diğerlerinden çok farklı.
In the Flesh’te zombi salgını Gönüllü İnsan Kuvvetleri tarafından bastırılmış ve salgından etkilenen insanlardan bazıları hapsedilmiş veya öldürülmüş. Geri kalanlar ise Norlfork’da kurulan tedevi merkezlerinde tedavi edilerek topluma geri kazandırılmış.
Dizi “Uyanış” olarak adlandırdıkları bu süreçten dört yıl sonrasını ele alıyor ve hâlâ tedavi gören birçok insan var. Dizinin odağında bulunan kahraman Kieren Walker da topluma geri kazandırılan insanlardan biri ancak geri dönüş yolunda kafasına takılan birtakım soruların yanında reddedilme korkusu var. Ailesi ve kasaba halkı diğer birçok kişi gibi onun da geri döneceğinden umudu kesmişken geri dönmesiyle birlikte ilginç ve bir o kadar da tarif edilemez duygulara kapılırlar.

Eğer buraya kadar okuyup diziden çok etkilendiyseniz ve “Ben bu diziyi takip ederim.” dediyseniz size bir adet biraz iyi bir adet de kötü haberim var:

Kötü haber şu: Dizi 1. sezonun 3. bölümünü yayınladıktan sonra yayından kaldırıldı.
Biraz iyi haber ise şu: Her bölümün süresi bir saat.

Yani In the Flesh’i kıyamet sonrası senaryolarından üç saatlik bir belgesel gibi izleyebilirsiniz.


Şaşıtan Zombi Deneyi



Amerika'da bilim adamları inanılmaz bir olaya imza attı. Uzmanlar laboratuvarda bir köpeğin
damarlarında dolaşan bütün kanı boşalttı. Daha sonra da dirilttiler. Nasıl mı? Yüzyıllardır insanlığın en çok hayalini kurduğu, aynı zamanda en karanlık kabuslarına giren
"zombiler" gerçek oluyor. Amerika'nın Pittsburgh kentindeki "Safar Araştırma Merkezi" ndeki
bilim adamları, köpekleri klinik olarak öldürdükten 3 saat sonra canlandırabildiklerini açıkladı.

Ancak tüyleri ürperten bir korku filminin repliklerine benzer bu açıklamanın altında, insanlık için
verem tedavisi veya çiçek aşısı gibi önemli bir gelişme yatıyor.Kan kaybından ölmek tarih olacak
"Suspend Animation (Uzatılmış canlandırma)" denilen bu teknikte, uzmanlar köpeğin damarlarında
dolaşan bütün kanı boşaltı. Ve damarlar soğuk ve tuzlu suyla dolduruldu. Nefes almayan, kalbi
atmayan ve tüm beyin fonksiyonlarını yitiren köpek, klinik olarak ölmüş oldu.


Normalde 37 derece olan vücut ısısı da 7 derece kadar düştü. 3 saat sonra tuzlu su boşaltılarak,
köpeğin kendi kanı damarlara enjekte edildi. Elektroşokla kalbi çalıştırılan köpek, kısa süren
ölümün ardından tekrar hayata döndü.

Enstitüdeki bilim adamları insanlar üzerindeki çalışmalarına da başlamış. Böylece kan kaybeden
hastaların hemen "dondurulacağını", daha sonra uygun bir zamanda yeniden canlandırabileceğini söylüyorlar. 


1 Temmuz 2014 Salı

Zombi Filmlerinin Kısa Tarihçesi


Brad Pitt’in, insanları zombilere çeviren virüse derman aradığı “Dünya Savaşı Z” çoğunuz izlemişsinizdir. Bu filmden hareketle 1930’lardan beri sinemadan hiç eksik olmayan zombileri inceledik.

Zombiler, yani yaşayan ölüler, sinemada ağır ağır yürüyüp, “Arrrrgggg” gibi bir ses çıkarıp boş boş bakmak suretiyle dehşet saçmayı sürdürüyor. Tabii ki en başta korku türünde ama bilim kurgu, felaket, komedi ve aşk, evet aşk filmlerinde de zombileri görürseniz olgunlukla karşılayın.


Sinemada çok az şeyin bir başlangıcı kesinlikle ifade edilebilir ama modern sinema zombilerinin resmi kayıtlara geçmiş, herkesin bağrına bastığı  bir büyükbabası var: George Romero. Amerikalı yönetmen 1968 yapımı, düşük bütçeli, korku sinemasının klasikleri arasında kabul edilen siyah beyaz “Yaşayan Ölülerin Gecesi” ile zombilerin modern anlamda tanımını yaptı. Üzerine etiket gibi yapıştığını söylediği zombi filmlerinin unutulmaz yönetmeni sıfatıyla Romero, en sonuncusu 2009’daki Survival of the Dead olmak üzere altı zombi filmi çekti.


Korkutucu ve politik
İlk filme dönersek, öncelikle bir mezarlıkta tanıştığımız zombiler bir 
eve sığınan bir grup insana saldırıyor, onların yakın zamanda ölmüş, kurbanlarının etini yiyen ölüler olduklarını öğreniyorduk ama filmde zombi kelimesi geçmiyordu. Kelime geçmese de, sapına kadar zombi olan ‘yaşayan ölüler’, Romero tarafından çekilen filmlerde modern zamanla
ilgili tespitlerin ve yergilerin aracı oldular, anlamsızca etrafta ayak sürümediler yani...
İlk filmde NASA’yla ilgili bir radyasyonla ortaya çıkıyorlardı,
yani soğuk savaş dönemi Amerikan politikalarının ürünüydüler. 1978 yapımı ikinci Romero zombi filmi “Dawn of the Dead”de tüketim toplumunun yaratıklarıydılar, nitekim olaylar bir AVM’de geçiyordu. Son dönemdeki  2005 yapımı “Land of the Dead”de de zombileri insanlardan ayıran kale gibi şehirlerde geçen hikaye, terör tehdidi ve 11 Eylül sonrası Amerika’sıyla paralellikler içeriyordu.


Avrupa zombileri
Avrupa zombilerine gelince Amerikan sinemasının gerisinde kalmadı elbette. Birini öne çıkarmak gerekirse, seçimimizi 1979 tarihli İtalyan filmi “Zombie”den yana yapmak yerinde olur. Film, ünlü korku yönetmeni Lucio Fulci’nin imzasını taşıyor, içerdiği kan ve vahşet miktarını tahmin etmek için afişine bakmak yetiyordu.

Kanlı zombi filmi deyince, sonradan “Yüzüklerin Efendisi” üçlemesini çekerek sektörün dev isimlerinden birine dönüşecek Peter Jackson’ın
1992 yapımı “Braindead”ini es geçmek mümkün değil. Gelmiş geçmiş en kanlı film gibi bir namı olan “Braindead”,
bir maymun tarafından ısırılıp zombiye dönüşen bir kadınla ilgiliydi; bu sırada mizahı da hiç ihmal etmiyordu.


Mezarlık eski moda kaldı
Zombileri Romero’nun asla kabul etmediği ve “Onlar ölü değil, dolayısıyla zombi değil!” diye
isyan ettiren; onları bir virüsün dönüştürdüğü et yiyenler haline getiren filmler ise özellikle 2000 sonrası zombi filmlerinin büyük bölümünü oluşturdu, mezarlık neredeyse eski moda kaldı. 

Bu tür filmlerden en ünlülerinden biri İngiliz yönetmen Danny Boyle’ın “28 Gün Sonra”sı şüphesiz. Filmde, hastaneden çıktığında hemen hemen herkesin bir virüs yüzünden zombilere dönüştüğünü fark edip dehşete düşen Jim’in (Cillian Murphy) peşine düşüyorduk. Ancak Boyle’ın hızlı hareket eden vahşi ve zekice zombilerinden kaçmanın Romero’nunkilerden kat be kat zor olduğu da kesin. 

“28 Gün Sonra”dakilere benzer, hızlı hareket eden, zombi ile vampir arasında yaratıklar bilim kurgu türündeki “Ben Efsaneyim”deki Will Smith’in de kâbusu oldular. Halbuki Romero bir yere kadar “ölü olmalılar” diye ısrar etmekte haklı, zombi kelimesinin kökenleri, Haiti kültüründe “ölü birinin ruhu” kelimesine dayanıyor ne de olsa.


MIlla JovovIch’e bitmeyen zombi avı
Zombi filmi serilerinden “Ölümcül Deney” prestij anlamında olmasa da uzun ömür anlamında öne çıkıyor. Başroldeki Milla Jovovich, bilgisayar oyunu uyarlaması seride zombilerin korkulu rüyası olmaya 2002’de başladı. Şimdilik beş filmdir de virüsten etkilenerek zombiye dönüşmüş sayısız insanı avladı. Gişede başarılı olmayı sürdüren seri Jovovich’i de aksiyon yıldızı kadın oyuncular denen az sayılı kulübe şeref üyesi olarak dahil etti.


En pespaye zombiler: ‘Redneck’ zombiler
Zombi filmlerinin iyisi de var kötüsü de... Ama herkesin kötülüğünde birleştiği zombi filmlerinden biri 1988 yapımı “Redneck Zombies”. “Tütün çiğneyen, bağırsak dişleyen, cehennemden gelen yamyam akrabalar” şeklindeki tanıtım cümlesi bile yeterince fikir veriyor.

Zombiden sevgili
Bu sezonun filmlerinden “Sıcak Kalpler”, bir tarafı zombi bir tarafı insan bir aşk hikayesiyle zombilere yepyeni bir rol kazandırdı: “Romantik erkek”. Isaac Marion’ın aynı adlı romanından Jonathan Levine tarafından uyarlanan film bir zombinin bir insana âşık olmasıyla başlıyordu. Film olayları zombinin gözünden anlatmasıyla pek alışıldık değildi.


Zombilerle korktuk, zombilerle güldük
Son dönemde zombilerle gülmeye çok alıştık. Öncesi var elbette ama sinemaseverlerin gündemine zombi komedilerini taşıyan film, 2004 yapımı İngiltere kökenli “Shaun of the Dead” oldu. “Spaced” adlı televizyon komedisinin yıldızı, şimdilerin Hollywood filmi yan rolleri komiği Simon Pegg, filmin adında geçen karakter Shaun’u canlandırıyordu. Edgar Wright’ın yönettiği filmde, ‘ölülerin Shaun’u zombi kıyametinde hayatta kalmaya çalışıyordu. Filmin unutulmaz sahnelerinden birinde Shaun ve Nick Frost’un canlandırdığı yakın arkadaşının plakların zombi devreden çıkarmada etkili olduğunu keşfetmesinin ardından plak kutusuna dalıp “Stone Roses olmaz o albümü seviyorum, Dire Straits mi salla gitsin!” diyerek favori olmayan plakları zombilerin kafasına yolluyorlardı.

Diğer bir ünlü zombi komedisi 2009 tarihli “Zombieland” ise zombilerden kaçan bir ekibin hikayesini konu alıyordu. Filmin sürpriz esprilerinden biri ise saklanmak için Bill Murray’nin evine giren kahramanların Murray’yi önce zombi sanmaları sonradan rahat rahat golf oynamak için zombi rolü yaptığını keşfetmeleriydi.


Romero’dan önce...
Romero’nun öncesi de vardı elbette. Victor Halperin’in 1932 tarihli “White Zombie”si mesela. Filmin aynı zamanda
ilk uzun metrajlı zombi filmi olmak gibi
bir sıfatı var. Filmde vodoo büyüleriyle  beyinleri kontrol edilen ölüler etrafta fink atıyor ve elbette rahatsızlık veriyorlardı.




(Milliyet.com'dan alıntıdır.)